İklim Değişikliği ve Karbon Salınımı

İnsanoğlunun hızla değişen alışkanlıkları kentleşme sorunlarını, gıda krizlerini, toprak, su gibi doğal kaynaklarının azalmasını ve iklim değişikliğini beraberinde getirmiştir.

İnsanoğlunun hızla değişen alışkanlıkları kentleşme sorunlarını, gıda krizlerini, toprak, su gibi doğal kaynaklarının azalmasını ve iklim değişikliğini beraberinde getirmiştir. İklim değişikliğinin başlıca sebebi olarak bilinen, atmosferde biriken ve sera etkisi yapan gazların (karbondioksit, metan, diazotmonoksit, hidriflorokarbonlar, petroflorokarbonlar, sülfürhegzaflorid gibi kimyasal gazlar) dünya yüzeyinin sıcaklığını arttırması sonucu ortaya çıkmaktadır.  Sera etkisi, dünyanın sıcaklığının 33-340C’den daha fazla olmasına yol açan bir olaydır. Olağan sebeplerden dolayı ortaya çıkan bu gazlar nedeniyle dünyanın sıcaklığı -20 0C değil, ortalama 14 0C’dir (Samur, 2007; Alper ve Anbar; 2008). Sera etkisi ya da diğer adıyla küresel ısınma, insan etkinlikleri sonucu oluşan sera gazlarının atmosferin iç yüzeyini bir tabaka halinde kaplayıp güneşten gelen ışınların geri yansımasını önleyerek yeryüzündeki sıcaklığın artması şeklinde ifade edilebilir (Uğurlu ve Örçen; 2007). Sıcaklık artışıyla beraber kutuplara yakın bölgelerdeki buzulların gitgide erimesi ile birlikte, güneş ışınımı artmakta ve yaşayan topluluklara tehdit oluşturmaktadır. Öyle ki buzulların erimesiyle birlikte son 100 yılda deniz seviyesinin 19 cm yükseldiği belirtilmektedir.

Dünyadaki tüm yerleşik şehirlerde enerji ihtiyacının çoğu elektrik enerjisine dönüştürülen fosil yakıtlardan elde edilmektedir. Başka bir ifadeyle küresel enerji talebinin %90’lara yakın kısmı olan fosil yakıtlar nedir peki? Yüzyıllardır doğada varolan, nesli tükenmiş canlıların organik ve inorganik kalıntıları olarak bilinen hidrokarbon içeren kömür, doğal gaz, petrol gibi enerji kaynaklarıdır fosil yakıtlar. Bitkiler, kendilerine yeşil rengi veren klorofiller yardımıyla güneşten aldıkları enerjiyi kullanarak karbondioksiti ve hidrojeni organik maddeye dönüştürmekte, böylece canlılığını yitiren bitkiler kömürün oluşum sürecini başlatmaktalardır. Ölen bitkilerin çoğunluğu suyun dibine çökmekte, fakat ortamda oksijen olmadığından çürümeyi gerçekleştiremeyip bataklık kömürüne dönüşmektedirler. Bunların üzerine biriken kil ve kum gibi maddeler de ortamın basıncını ve sıcaklığını arttırmaktadır. Kömür içerisindeki karbon oranının artmasıyla enerjisi, yani yakıt olarak potansiyeli artmaktadır. Tarihçi Rolf Peter Sieferle tarafından “yeraltı ormanı” olarak belirtilen kömür, bitki kalıntıları olarak saklanan güneş enerjisidir (Kömür Atlası, 2017). 

Doğada diğer fosil yakıtlara oranla en fazla bulunan ve kullanılan kömürdür. Kömürün nerede yakıldığının önemi yoktur. İster fırında, ister fabrikada yakılsın kömür sera etkisini arttırarak atmosfere zarar veren is partiküllerini serbest bırakmaktadır. Fosil yakıtlardan elde edilen enerji, nüfusun artmasıyla talep edilen enerjiyi karşılamaya çalışmaktadır. Enerji eldesi sonucunda atmosfere yayılan yüksek miktardaki gazlar bir şekilde ciddi tehlikeler oluşturmaktadır. Bilinçsizce aşırı miktarlarda kullanılan fosil yakıtlar, çevre kirliliği ile birlikte baş gösteren insan sağlığı gibi büyük problemlerin temel unsuru haline gelmektedir. Bu nedenle tükenmekte olan fosil yakıt rezervlerinin yerine güneş, rüzgâr, hidro enerji gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının geçmesi ve bu konuda gerekli stratejik planların yapılması gerekmektedir. 

Artan nüfus ile sanayileşme ve kentleşme yapılarında olan değişimlerin, iklim değişikliği ve canlılar üzerindeki negatif etkileri fark edilmiş ve bununla ilgili çalışmalar yapılmaya başlanmıştır. 1979’da Cenevre’de yapılan 1. Dünya İklim Konferansı’nın ardından pek çok ülkede düzenlenen toplantılarda bazı kararlar alınmış ve planlar yapılmıştır. Havadaki karbon emisyon değerini, iklim değişikliğini ve çevre kirliliğini önleyecek bir düzeyde tutmak amacı ile “İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC)” imzalanmıştır. Hedeflerin kontrolleri amacıyla her yıl “Taraflar Konferansı” düzenlenmiştir. Yapılan bu toplantılar ve sözleşmeler kapsamında, 1997 yılında Japonya’nın Kyoto şehrinde “Kyoto Protokolü” imzalanmış fakat protokol 2005 yılında Rusya’nın da düzenlemeleri kabul etmesiyle yürürlüğe girmiştir (Protokolün yürürlüğe girmesi için karbon emisyon miktarının en az %55’den sorumlu 55 ülkenin protokolü onaylaması gerekmektedir). 2009 yılında da ülkemiz Kyoto Protokolü’ne katılma kararı yayınlanmıştır (Çömert ve ark., 2015).

 

Sembol

İsim

Kaynak

N2O

Nitroksit

Fosil yakıtların yanması, naylon üretimi, gübreler

CO2

Karbon dioksit

Fosil yakıtların yanması, orman yangınları, çimento üretimi

CH4

Metan

Çiftlik hayvanlarının sindirim sistemlerindeki fermentasyon, petrol ve doğalgaz üretim ve dağıtımı

SF6

Sülfür heksaflorit

Magnezyum üretimi, elektrik iletim ve dağıtım sistemleri

Tablo:1 Kyoto protokolünde yer alan bazı gazlar (Bekiroğlu, 2011)

Kyoto Protokolü’nün en dikkat çekici önlemi, gaz salınımını düşürme zorunluluğu olmaktadır. Devletlerin protokolde kabul ettiği fakat yürürlüğe koyamadıkları bu yükümlülük sonucunda, sınırlamaların üstüne çıkan ülkeler başka yerlerden karbon kredisi bulmaya girişmişler ve bu girişimleri de karbon piyasasını ve borsasını meydana getirmiştir.

Yaygın olarak kullanılmaya başlanan başka bir tabir de “Karbon ayak izi” olmuştur ki, bu da canlıların yaşamsal faaliyetlerini sürdürürken yaptığı uygulamalar sonucu doğaya verdiği tüm olumsuz etkilerin ölçüsü olarak ifade edilmektedir. Karbon ayak izi bütün karbon emisyonlarının toplamı olarak hesaplanmaktadır. Bu hesaplama günlük, aylık ve yıllık aktivitelerin hesaba katılmasıyla genellikle yıllık sebep olunan karbon salınımı olarak yapılmaktadır (Anonim, 2017).  Birimi “kg.CO2-eşdeğer” veya “ton.CO2-eşdeğer”dir. Karbon ayak izi kurumlarca yasal zorunluluklar, kurumsal sosyal sorumluluklar, müşteri veya yatırımcı talepleri, pazarlama ve kurum imajı, zorunlu veya gönüllü sera gazı emisyonu azaltımı aynı zamanda emisyon ticaret mekanizmalarına katılım amacıyla hesaplanmaktadır (Bekiroğlu, 2011). 

Karbon ticaretinde alınıp satılan meta ise, atmosfere salınmayan her 1 ton.CO2’dir. Bu ticaret mekanizması gelişmiş ülkelere sera gazı emisyon hedeflerine ulaşabilmeleri için emisyon azalması satın alabilmelerine imkan tanımakta, gelişmekte olan ülkelere de sera gazı salımlarını azaltmak için teşvik etmektedir. Çünkü gelişmekte olan ülkeler CO2 kredisi satarak bu azaltımı sağlayan projeleri için kaynak edinmiş olurlar. Kyoto Protokolü’nde yer alan esneklik mekanizmaları Karbon Ticareti’ne farklı emisyon azaltım kredi türleri kazandırmaktadır. Temiz Kalkınma Mekanizması içinde sağlanan kredi türü CER (Certified Emission Reductions), Ortak Yürütme Mekanizması içinde sağlanan kredi türü ERU (Emission Reduction Unit), Uluslararası Emisyon Ticareti içinde sağlanan kredi türü ise AAU (Assigned Amount Unit)’dur. Bu üç farklı kredi türü haricinde Gönüllü Piyasalar’da geçerli olan VER (Voluntary Emission Reduction) sertifikası da bulunmaktadır. Emisyonların azaltılmasında kullanılan sertifikaların elde edildiği sektörlerde yaşanacak gelişmelerin kalkınmaya sağlayacağı katkıları da göz ardı edilmemelidir. Türkiye gibi fosil yakıt konusunda dışa bağımlı bir ülke içinde geliştirilecek yenilenebilir enerji projelerinden sağlanacak karbon azaltım sertifika geliri, bu projeleri daha uygulanabilir kılmaktadır. Bu projeler enerji birim maliyetlerini aşağı çekecek, bölgesel kalkınmaya katkı sağlayacak, enerjide dışa bağımlılığı azaltacak, emisyon azaltımı ile çevreyi korumaya olumlu etkiler sağlayacaktır. Enerji maliyetlerinin yüksekliğinin önlenmesi sayesinde uluslararası pazarlarda rekabet eden üreticilerimizin maliyetleri aşağı çekilecek ve onlar daha kolay rekabet edebilir hale geleceklerdir (Bekiroğlu, 2011).

Çoğu sektörde ağırlıklı olarak kullanılan fosil yakıtlardan dolayı, tükettiğimiz enerji yüzünden atmosfere salınan CO2’den sorumluyuz. Tüketilen elektriğin kWh’i başına yaklaşık olarak 0,6 kg.CO2’i atmosfere salınmaktadır. Enerjiyi rüzgâr türbini, fotovoltaik paneller gibi yenilenebilir enerji kaynaklarından elde edersek, atmosfere aşırı miktarda gaz salınımını engellememiz mümkün olacaktır.

Günümüzde en fazla karbon salınımına sebep olan başlıca etken sanayi olarak bilinmektedir. Sanayide üretim materyali seçimi de dahil olmak üzere, karbon salınımı düşük üretim modellerine geçilmelidir.

Gelecek nesillere miras olarak bırakılması planlanan biyoçeşitlilik, iklim değişikliği nedeniyle ciddi tehditlerle karşı karşıyadır.  Bu nedenle buğday, mısır, pirinç gibi temel besinlerin veriminin azalmasına, ürün kayıplarına sebep olacaktır. Sahip olduğumuz bitki genetik kaynakları, çevresel ve diğer baskılarla genetik erozyona uğramakta ve yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmaktadır. Özellikle, tarımı yapılan türlere ait bitki genetik kaynaklarındaki çeşitliliğin korunması, bitkisel üretimin sürdürülebilirliği bakımından son derece önemlidir (Doğan ve Gökkür, 2017).

Elbette ki, alınacak önlemler, değiştirilmesi gereken tüketim alışkanlıkları ile sera gazlarının salınımını en aza indirmek olasıdır.  İnsanoğlu yaşamı devam ettirebilmek için gıdaya, gıda için uygun çevreye, bunun içinde özveriye ve farkındalığa ihtiyaç duymaktadır. 

Yazının devamı