Haliç’in Başına Gelenler

Adı böyle kalmış oksa denizin karaya her giriş yaptığı ve ucunda da genellikle bir akarsu olan her yere haliç denir.

Adı böyle kalmış oksa denizin karaya her giriş yaptığı ve ucunda da genellikle bir akarsu olan her yere haliç denir. Bizimkinin asıl adı ise Altın Boynuz ama yerleşmiş adı Haliç ve de öyle kalacak.  Tarihsel Haliç bilgi alanımın dışında ama zamanımızın Haliç’i ve her yanı ve de denizin dibi hatta onun da 40 metre altına ana kayaya kadar olan yerler uzmanlık alnım ve dolayısı ile bilgim içerisinde. İşte arşivlerden bulduğum ve de benim çocukluk dönemlerinden hatırladığım gezdiğim kullandığım Galata Köprüsü. Öndeki Rumelihisarı yolcu vapuru. Arkadaki kocaman bacalı yeni mazotlu gemilerden Dolmabahçe Paşabahçe veya Fenerbahçe. Onlar amiral gemileri idi, hızlı teknelerdi ve de genellikle Adalara giderlerdi. Biz boğaza öndeki buharlı yolcu gemileri ile giderdik, daha yavaş ama konforlu gemiler idi.

 

Haliç’te benim çocukluk çağımda Karaköy Eminönü arasında bu fotoğrafta (Şekil 1) gördüğünüz gibi yaya geçme olasılığının yanı sıra kürekli kayıklar ile karşıdan karşıya geçme olasılıkları da vardı. Ama zaman içerisinde Haliç artık pislikten kayıklara dahi binemediğimiz hem görsel hem de duyusal koku pisliği ile tanınan bir yer olmuştu. Altın Boynuzu tabiri caiz ise falan değil tam anlamı ile açık bir kanalizasyon yapmayı başarmıştık. Öyle ki Haliç’in ortasından aldığımız deniz suyundaki e-coliform yani insan dışkısı imzası olan parametre Mersin’in ana lağımından aldığımız örnekten binlerce kat daha kirli idi. Elbette ortadaki görüntüye ve de kokuya karşı temizleme planları ortaya atlıyordu ama kimse Haliç’in nasıl kirlediği hakkında bilgi sahibi değil idi. Biz de araştırmaya başlayınca tüm su kütlesinin bu halde olduğu varsayımı ile işe başlamıştık. Ama ne başlama, ana gemiden (ODTÜ araştırma gemisi R/V Bilim-2) ayrılan ekip gemiye gelince önce zefiranlı suya basıp içeri girecek ve de her yanları dezenfekte edilecek ve öyle içeri girecekler.

 

Gelen sonuçlar ve de analiz sonunda çıkan veriler bizi hayrete düşürüyordu. Analizler ölçümler ilk 4 metrede tam anlamı ile felaket olarak adlandırılacak hiçbir deniz bilimcisinin eğitimini almadığı bir hilkat garibesi ile karşılaştığımızı ama 5 metreden itibaren de sanki İstanbul Boğazında araştırma yapıyormuşuz sonuçları veriyordu. Defalarca tekrar tekrar ama her seferinde de şaşırtıcı sonuç. İlk 4 metre felaket gerisi pırıl pırıl. Neden acabanın cevabı da elbette o zamanki ve de halen faal olan Galata ve Unkapanı köprülerinin suyun üzerinde kalmasını sağlayan ve su altında 4 metre derinliğe sahip olan dubaları. Onca ağırlığı kaldırması için yan yana dizili ve de su geçişlerini engelleyen dubalar. Elbette Haliç’in iki yakasında gündüz vakti milyonları aşan nüfus ve de doğal olarak artan kanalizasyon yükü. Yanlış değil o zamanlar kanalizasyon kuşaklaması olmadığı için koca İstanbul’da her sifonu çeken denize biraz katkıda bulunuyordu.  Sonuç Karadeniz’den gelen %18 ortalama tuzluluğa sahip olan ve 25 metre derinliğin altında bulunan %38 lik Akdeniz suyu üzerinde yüzen Karadeniz suyunun bu aşırı tatlı ve de kirli su ile tuzluluğunun Haliç genelinde %10’a kadar düşmesi ve bu suyun da Karadeniz suyu üzerinde bir tabaka daha oluşturması. Bir başka değiş ile Marmara Denizi sisteminde var olan iki tabakalı sistem eski Haliç’te üç tabakalı sisteme dönüşmüştü veya biz bunu başarmıştık. Yapılan araştırmalar ve akıntı ölçümleri Haliç’in alt tabakalarının en fazla 72 saate bir tüm Haliç’in suyunu yenileyecek kadar hızlı akıntılara sahip olduğunu göstermekte idi. Yapılacak ve planlanan iş te önce Galata köprüsünü dubalı sistemden kazıklı ayak sistemine geçirmek ve böylece akıntıların en azından Unkapanı Köprüsüne kadar ulaşmasını sağlamaktı. Yapıldı da tüm bu işler ve de Haliç Unkapanı köprüsüne kadar saatler içerisinde temizlendi. İnanılmaz gerçekleşmişti ve de kokan Haliç masmavi olmuştu. İç kısımlarda değişim o kadar fazla olmasa da yapılan ve de hemen eski Galata köprüsünün arkasındaki suyun o pis halden tertemiz bir deniz suyuna geçmesi kokunun da yok olması bir inanılmazın gerçekleşmesi idi. Tabi yapılan kuşaklama çalışmaları ile Haliç’e akan tüm kirli sular da toplanıp Yenikapı artırma tesislerine yönlendirilmeye başlamıştı. Bu olgu ülkemizde bir ilk idi ve de bu anlamda da çok önemli idi. Yani istenir ise başarılabilir olgusunun ilk ve de en başarılı örneği idi.

 

O dönemlerde maddi olanaklar yeterli olmadığı için Unkapanı köprüsüne bir değişim uygulanamadı ama hemen Fatih tarafına adı da Fatih Tüneli olan ve bir ucu Haliç’te diğer ucu da Aksaray/Yenikapı artıma tesisi olan tünel yapıldı. Amaç yüzeyden kirli suyu alıp Ahırkapı açıklarından Boğazın alt akıntısına vermek ve suyun Karadeniz’e gitmesini sağlamak. Bu ne derseniz onu da bir başka yazımda paylaşırım sizler ile. Planlar böyle idi ve de alınan krediler ile işler yolunda gidiyordu ama gel gelelim bu süreçte bir Belediye Başkanı seçimi ve değişimi oldu. Bize geçmişte yapılan iyi işler dahi süreklilik arz etmez ve de mutlaka yeni gelen bir başka şeyler yapmak ister.  Yeni gelen zatı muhterem yeni bir şey yapacak ya, yaptı da. Fatih tüneli unutuldu ve zamanla doldu artık atıl bir yatırım. Yenilenme nedeni akıntıları engelleme nedeni olan eski Galata köprüsünü Haliç’in içlerine taşıyıp Eyüp ile Hasköy arasında yeni bir geçiş yaratıp trafiği rahatlattı.  O döneme ait uydu görüntüsü bulamadım ama Haliç kendisine takılan bu tasmaya (Şekil 2) en kısa zamanda en sert yanıtını kokusu ile hemen verdi. Baktılar olacak gibi değil köprüyü kestiler. Ortasını açtılar. 

 

Haliç yine tatmin olmadı sevmedi bu yeni yarım boyunduruğu, kokmaya devam etti. Yetkililer de kesmeye devam ettiler. Bir parça daha (Şekil 3-4) bir parça daha.  Sonunda baktılar olmuyor birisi en doğru kararı verip Galata köprüsünü tamamen kaldırdı (Şekil 5). Yeni Galata Köprüsünün neden yapıldığını herhalde okudu anladı ve seneler sonra ilk başta yapılacak işi yani en doğrusunu yaptı

 

Tabi bu arada bir aklı evvel de çıkıp Haliç’e fıskiye yapılmasını önerdi (Şekil 6). Neymiş suyu hareketlendirip biyolojik temizlenmeyi hızlandırılacakmış. Onca masraf fıskiyemiz sonunda çalıştı. 

 

Ne güzel iş yaptık diyenler bir zaman sonra bir polis helikopterinin fıskiye suyunun etkisi ile düşmesine ve onca hayatın sonlanmasına da neden oldular ve de hiçbir işe yaramayan ve onca can ve de masraftan başka bir şeye yaramayan fıskiye de kaldırıldı.

 

Bu arada metro hattı geldi kapıya dayandı. Ona da yeni bir köprü yapıldı ama bu sefer eski hatalar yenilenmedi ve köprü ayaklı sistem ile yapıldı.

 

Yine bir aklı evvel çıktı Sarıyer’den Karadeniz suyu alalım Alibeyköy deresine verelim ve de su temizlensin dedi. Yapıldı da. İşe yaradı mı derseniz cevap. Eh. Hiç yoktan iyidir de enerji zengini olursanız yoksa doğaya ufacık minnacık Haliç’e bile boru ile su taşımak iğne ile kuyu kazmak gibidir.

 

Tabi bu sırada Haliç yine eskisi kadar olmasa da yeniden renk değiştirir oldu. Neden arıyorlar şimdi. 

Ben hemen söyleyeyim de aramaktan kurtulup çareyi uygulasınlar. 

 

Paramız varsa ilk uzun vadeli Unkapanı köprüsünü de dubalı sistemden kazıklı ayaklı sisteme geçirmek. Unkapanı köprüsünün yerine deniz altından yapılacak yeni bir tünel fikri duymuştum. Tam kurtuluş bu hemen uygulanması lazım. Bunu yaparsanız Haliç yine saatler içinde tertemiz olur.

 

Hemen yapılacak ikinci iş ise köprü dubaları kadar derin olmasa da eskiden sahile paralel olarak yanaşmaları gereken yolcu teknelerinin tekrardan sahile paralel yanaşmalarını değişmez kural olarak yerleştirmek. Akıntıya dik duran tekne su kesimleri en fazla 1 metre olsa da suyun akışını engeller ve de Haliç’e dert olur ve de oluyor.

 

Çare basit neden Galata köprüsünü ayaklı sisteme çevirdik, neden kuşaklama yaptık, neden o zamanlar sahile paralel yanaşma koşulu getirdik. Bunlar gelen giden Belediye Başkanlarına göre değişecek konular değil. Doğanın kuralları, akıntıyı engellerseniz bedelini bir şekilde ödersiniz.

 

Eski Galata köprüsü de yap boz tıraşla şeklinde heba edeceğimize, olur a yapılır ise eski Unkapanı köprüsü olacak demir yığınını da Bodrum’a, Kaş’a çekip batırmak ve dalma sporlarına yepyeni bir heyecan katmak. Demir yığını denize hiçbir şey yapmaz. Deniz canlıları onu en kısa sürede kaplar ve balıklar için güzel bir saklanma alanı yaratır.