Filmlik Bir Hikaye Ladonna

Konu : Gastronomi

Bugün size gerçekten de hikayesi olan birinden ve bir restorandan bahsedeceğim. Konumuz İzmir Balçova’da yaklaşık 1,5 sene önce açılmış olan Ladonna.

Bugün size gerçekten de hikayesi olan birinden ve bir restorandan bahsedeceğim. Konumuz İzmir Balçova’da yaklaşık 1,5 sene önce açılmış olan Ladonna.

 

Aslında önce bu mekanla benim ne ilgim var ondan kısaca bahsedeyim. İşin özetinin özeti, benim çok yakın ve eski bir arkadaşım buranın ortaklarından. Benim Ladonna’yla tanışmam da daha Ladonna açılmadan öncesine denk geliyor haliyle. Fakat asıl hikayesi olan benim dostum değil, Ahmet Bey ya da Ahmet Kösoğlu. Uzatıyorum, farkındayım; hemen Ahmet Bey’in hikayesine geliyorum.

Ailesinin İsveç’le bağları olduğundan (ki buna 2-3 yaşından beri İsveç’te yaşayan akrabalar da dahil), 17 yaşındayken İsveç’e, dilbilimi okumaya gidiyor. Hayatının bu noktasına kadar kendi deyimiyle yemek içmekle, hayatta kalma dürtüsü dışında bir ilişkisi olmuyor. Fakat 2-3 yaşından beri İsveç’te yaşıyor dediğimiz akrabası İsveç Kralına yemek hizmeti veren ekibin için, hem de onlarca yıldır. 

Bir gün bir şekilde bu ekibin elinden bir sos yiyor Ahmet Bey ve resmen mücizevi bir şekilde hayatı değişiyor. O sosun nasıl yapıldığını öğrenmek istiyor her şeyden çok. Sosu yapan kişi ise ekibin başındaki ‘dünyanın en ters’ insanı İtalyan baş şef. Ne yapıyorsa da sosun yapımını öğrenemiyor haliyle. O kadar istiyor ki bilebilmek, baş şefle bir görüşme ayarlayabiliyor akrabası sayesinde ve baş şefin yanında çalışmak istiyor. Tabii ki baş şef kendisini kovalıyor. Ahmet Bey vazgeçmiyor. Bulaşıkçı olarak başvuruyor bu sefer. Türkiye değil tabii orası. Hele ki başvurduğu yer kraliyete hizmet veren ekip... Defalarca mülakatlardan geçiyor ama sonunda yarı zamanlı olarak başlıyor çalışmaya. Bir yandan da üniversite devam ediyor. Bulaşıkçıların mutfağa girmesi kesinlikle yasak diyor Ahmet Bey. “Kirlileri bile mutfaktan bir görevli getiriyor mutfağa”. İçimdeki Türklük arada kendini gösteriyor ve kendimi mutfakta buluyordum diyor. Tabii her defasında mutfaktan kovuluş...Bir gözü mutfakta, yaptığı bulaşık işinin hakkını fazlasıyla veriyor. “Alındığından daha temiz hale getirirdim diyor tabakları, çanakları”. Bu arada üniversiteden Bangladeşli bir arkadaşının restoranına da gidip gelip, Bangladeş mutfağını öğreniyor. 

 

İsveç’te o dönem yarı zamanlı olarak 6 ay çalışılabiliyor. 6 ayın sonunda bir yandan da çalıştığı üniversiteden istifa ediyor ve tam zamanlı olarak çalışmaya başlıyor bulaşıkçı olarak ve toplamda 1 sene daha bulaşıkçı olarak çalışıyor. Kraliyet ekibinde 1,5 sene bulaşıkçı olarak çalıştıktan sonra cesaretini toplayıp İtalyan baş şefle görüşme ayarlayabiliyor. Baş şef o kadar ters bir adam ki kimse Ahmet Bey için randevu talebinde dahi bulunmaya cesaret edemiyor. Bir yıl sonu partisi sırasında alınan alkol miktarının da etkisiyle neşeli olduğunu gözlemlediği şefin kanına giriyor sonunda. Aylar, yıllar geçmiş olmasına rağmen İtalyan şefin kendisini hatırladığını söylüyor; “Sen şu sosun yapımını öğrenmeye çalışan çocuk değil misin?”... Şaşırıyor tabii hikayesini öğrenince Ahmet Bey’in ve yanına almayı kabul ediyor. “İlk 6 ay bir adım arkamdan takip edeceksin beni” diyor baş şef, Ahmet Bey de dediği gibi yapıyor tabii. Ne eziyetler çektirdi bana diyor. Bu 6 ay konuşmak dahi yok baş şefle. 6 ayın sonunda artık kendisinin yanında yer almasına ve yaptıklarını izlemesine izin veriyor baş şef. Bir 3 ay daha sonra konuşmaya da başlıyor. 

O sosla tanışmasının üstünden yıllar geçiyor ve sonunda baş şef ve ekibin diğer şefleri Ahmet Bey’i o sostan imtihana sokuyor ve Ahmet Bey imtihanı geçmeyi başarıyor. Geçen süre yaklaşık 3 sene. 7 sene daha İsveç Kraliyetine yemek hazırlıyor Ahmet Bey. 7 senenin sonunda baş şef artık aralarından ayrılmasını istiyor Ahmet Bey’in. “Ya şimdi aramızdan ayrılırsan ya da tüm ömrünü bizim gibi burada geçirirsin” diyor. Ahmet Bey de ekipten ayrılıp kendi restoranını açıyor ve 18 sene de kendi mekanını işletiyor.

Ve sonunda her Türk gibi o da memleketine dönmeye karar veriyor. Asıl niyeti emekliliğini yaşamakken dürtüleri yine bir restoran açması yönünde baskı yapmaya başlıyor kendisine. “Burası İsveç gibi değil” diyor. “İnsanlar kötü yemeğe bir sürü para vermek konusunda hiç dertli değiller”. İsveç’te alıştığı düzenden farklı bir ortam, bu yüzden uzunca bir süre kararsız kalıyor ve sonunda İzmir, Balçova’da bir ara sokakta ufacık bir dükkanda yeniden yemek pişirmeye başlıyor. Ben, insanların önünden geçerken görüp gireceği bir yer açmaktansa çevrelerinden duyup, bilerek bana gelecekleri bir yer açmak istedim diyor. Zaten o dükkanın önünden bir kez geçmiş bir kişi olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki tam da dediği gibi bir dükkandı orası. Yanlış hatırlamıyorsam camında, kapısında bir isim bile yazmazdı. 

 

İşte bu dönemde benim dostum devreye giriyor. Aslen doktor olan sevgili Umut güzel yemek arayışı içinde özellikle de askerden döndükten sonra. Askerliğini gemide liman liman ve kent kent dolaşarak geçirmiş biri olarak nefis lokasyonlarda ‘gerçek’ yemekler (özellikle de makarna ve pizza) yiyor bu dönemde. Geri gelince tabii ki İzmir’de yedikleri tatmin etmiyor onu ve bir doktor arkadaşı aracılığıyla Ahmet Bey’le tanışıyor. Bana da buradan bahsetmesi bu dönemlere denk geliyor zaten. “Argun çok acayip bir yer var, acayip makarnalar ve pizzalar yapıyor bak kesin gidelim!”... Ben gitmiyorum bir türlü, neyse. 

Zaman içinde Ahmet Bey daha büyük bir yere geçmeye niyetleniyor. Bazı sağlık sorunları sebebiyle hastanede olduğu bir dönemde, uzunca bir zamandır yeme-içme-konaklama üzerine iş kurma niyetinde olan dostum Umut Ahmet Bey’i resmen hasta yatağında kıstırıyor ve geçekten de Ladonna’nın ilk şubesi yine Balçova’da, ama bu sefer çok daha işlek ve güzel bir noktada açılıyor. Tarih 2014 Kasım. 

 

Mekan yine çok büyük olmamasına rağmen kısa zamanda çevresi tarafından tanınıyor. Yemeklerin tümü Ahmet Bey’in elinden çıktığından ve fazlasıyla geniş ve kaliteli bir menüsü olduğundan benimsenmesi de uzun zaman almıyor. O kadar benimseniyor ki öğrenciler buraya yardıma da gelmeye başlıyor. Hem mekana yardım etmiş oluyorlar, hem de 3-5 kuruş kazanıyorlar böylece.

Daha sadece 1 yıl geçmişken bir şube daha açmaya karar veriliyor ve gerçekleştirmesi de uzun sürmüyor. Fotoğraflarını göreceğiniz şube de işte bu 2. Ladonna şubesi. 

 

Güzelbahçe, Kilizman’da hemen yolun üstünde koca bir bina Ladonna oluveriyor. Açıkçası gitmeden böyle bir boyut ben de beklemiyordum. 2 kat, 1 bodrum teras katlı yeni bir bina olduğu gibi Ladonna olmuş. Bir de bahçesi var tabii ve önünde Güzelbahçe sahili. İnsanın denize atlayası geliyor. Bodrum katı mutfak ve kapalı ya da gizli değil kesinlikle. “Herkes gelip görebilir” diyor Ahmet Bey. 

 

Zaten direk bahçeye de açıldığından, bahçede otururken bina içine girmek için 2 seçenekten biri mutfağın önünden geçmek, diğeri ise binanın dışından. Yol tarafından zemin olan ilk kat ana yemek salonu ve bar. 

 

Ortam ağırlıklı olarak masif ahşabın kullanıldığı mobilyalar ve birçok aksesuarla zenginleştirilmiş bir sıcaklığa sahip. 

 

İçmimari ve aksesuarlarda Ahmet Bey’in yönlendirmeleri sonucu ortaya çıkmış yani kendini yansıtan bir mekan yaratmış.

 

Çeşitli boyutta oturma grupları çeşitli boyutta grupları misafir edebilecek şekilde yerleştirilmiş ki bunu görmeye alışınız zaten. Zaten asıl mesele ortam atmosferinden çok yemeklerin ve hizmetin kalitesi. Son dönemlerde özellikle sadece atmosfer satmaya çalışan ama beş para etmez yemekleri tonlarca liraya satmaya çalışan mekanlar doldu iyice tüm şehirler. Burada her konuda memnun kalmak mümkün. 

Bir üst kat pastane. Bu katın kendi pasta şefi bulunmakta. Daha hafif, aydınlık bir şekilde dekore edilmiş bu katın daha çok gruplar ve kutlamalar için kullanıldığını söylüyor Ahmet Bey.

 

Bir de çatı katına ‘steak pub’ yapma planı var Ahmet Bey’in. Şöyle bir manzarada kaliteli bir et ve yanında güzel bir bira ya da şarap içtiğinizi düşünün. Plan bu yönde çünkü.

 

Mekan böyle, fazla bile bahsettim belki. Oldukça geniş (hatta benim garipsediğim kadar geniş) bir menüsü var Ladonna’nın. Başlangıçlar, ara sıcaklar, pizzalar, makarnalar, tavuk yemekleri, et yemekleri ve aklıma gelmeyen başka çeşitler. Ne yalan söyleyeyim, artık gittiğim restoranlarda bu kadar geniş bir çeşitlilik gördüğümde kaliteli bir yemek yiyeceğimi düşünmüyorum. Bu kadar fazla çeşit yapılıyorsa, hiçbiri de gerçekten güzel olamaz diyorum kendi kendime. Tabii durum Ladonna’da böyle değil. En azından şimdiye kadarki tecrübelerim ve güvendiğim dostların görüşleri bazında. 

Bu Ladonna ziyaretimde 3 farklı pizza söyledik: Godfather isimli bonfile, mantar, soğan, domates, biber ve zeytinli; Bergman isimli tavuk, ananas, köri, paprika ve hellim peynirli ve de Ladonna Special isimli kavurma, mantar, mısır, pastırma ve gorgonzolalı kapalı pizza! 

 

İncecik ve çıtır çıtır hamur konusunda hem fikiriz zaten göründüğü gibi. Malzemeler genel olarak en tazesinden ve ayrıca yurdun o konuda meşhur bölgelerinden geliyor. Kesinlikle hiçbir yaptığına tuz ilave etmiyor ve bana kalırsa insanların kendilerinden daha çok onların sağlığına dikkat ediyor.