KÜÇÜK ŞEYLERİN TANRISI

Arundhati Roy’un Booker ödülünü alan romanı “Küçük Åžeylerin Tanrısı” gerek kullanılan dil, gerek hikâyesi, gerekse yazarın beslendiÄŸi edebi ve kiÅŸisel kaynaklar açısından çok zengin bir inceleme alanı sunmaktadır. Söz konusu inceleme alanlarının çekiciliÄŸi, tartışılmaz olmakla birlikte, Küçük Åžeylerin Tanrısı’nın, konu ettiÄŸi ironilerin, çaÄŸdaÅŸ Türk romancılığının en yetkin temsilcisi olan OÄŸuz Atay’ı besleyen kaynaklar ve bir yazar olarak yaÅŸadığı çıkmazlara benzerliÄŸi açısından incelenmesi, Türk okuru ve yazarlarının romandan daha fazla nemalanması açısından önemli bir katkı saÄŸlayacaktır. Her iki yazarın ortak yönlerini iki ülkenin tarihi, cebren ya da sehven dayatılmış Batı tarzı bir modernleÅŸme politikasından birey olarak aldıkları pay ve buna paralel olarak geliÅŸtirdikleri iÄŸneleyici üslup ve duruÅŸları ve son olarak da, analitik düÅŸünme yapılarını oluÅŸturan benzer akademik ve psikolojik formasyonları baÅŸlıkları altında ele almak doÄŸru bir kıyaslama tabanını oluÅŸturacaktır.

Emperyalizmin, en ilkel ve aÅŸikâr türüne maruz kalan Hindistan ve Tanzimat’tan beri BatılılaÅŸma sancısı içinde kıvranan Türkiye, ne kadar çalkalansa da baÄŸdaşık (homojen) hale geçemeyen bir kokteyl kıvamındaki toplumsal tarihleri ve toplumsal ayrışmanın, bireysel ayrışmaya dönüÅŸtüÄŸü bireysel tarihleri yani edebiyatları ile çok aynı ve çok ayrı iki ülke. Emperyalizm sonrası, “Büyük Åžeylerin Tanrılarının” bırakıp ya da bırakmayıp gittikleri topraklarda yaÅŸanan sosyal ve kültürel travmanın, dünyayı algılama biçimi olarak melezleÅŸmiÅŸ iki yazar tarafından detaylara ve insancık hikâyelerine indirgenerek ayrışmasını örneklemek için Atay romanları içinde kullanılabilecek en iyi malzemeyi Tutunamayanlar (1971) saÄŸlamaktadır. Sözü edilen evrensellikten kasıt, her iki yazarın da kitaplarıyla milyonlara ulaÅŸması ve çok satanlar listesinde olması deÄŸil, boÄŸaza düÄŸümlenen bir çığlık gibi, bağıramamanın getirdiÄŸi bir yumru ile seslerini duyurmaya çalışmalarındaki duygu ortaklığıdır. Her iki yazarın da oldukça etnik-merkezli malzemeler kullanmasına raÄŸmen, boÄŸazdaki yumru hissini hep taşıyan, DoÄŸuya göre Batıda, Batıya göre DoÄŸuda kalan aydınlar olmak bakımından ortaya koydukları sorunsal, onların sözünü evrenselleÅŸtirmektedir.

Her iki yazar da, bu arada kalmak durumunu alaycılık ve kara mizah yaparak ortaya koymaktadır. Roy kitabında Deniz Kraliçesi Oteli’nin kat hizmetlisi ile yaÅŸanan groteskliÄŸi bakın nasıl anlatır:

Oda numarası 313 ve 327 dedi resepsiyondaki adam. Klimasız. Çift kiÅŸilik yatak. Asansör tamirde. Resepsiyondaki adam kat hizmetlisi çocuÄŸu çağırın dedi. Ölü balık gözleri ve iki düÄŸmesi eksik, lime lime olmuÅŸ, kestane rengi ceketi ile biri geldi. Gelen ne çocuktu ne de hizmet vermekle ilgili bir kaygısı vardı. [1] 
 
OÄŸuz Atay da TRT 1970 Roman Ödülü’nü alan kitabı Tutunamayanlar’ın kahramanı Turgut Özben’in aÄŸzından betimlediÄŸi okulda Roy’la aynı merdivenleri çıkmakta gibidir:

Duvarlarda yeni müdürün yeni zevksizliÄŸini gösteren renkli badanalar üst üste: son müdür Behçet Bey’in sidik sarısı badanasının altında yer yer eski müdür Muhterem Bey’in türbe yeÅŸili ve merhum Sami Bey’in çingene pembesi renkleri sırıtıyor. Kara tahtanın karalığı sözde kalmış. ÖÄŸretmen kürsüsünün ön tahtasında, kadın öÄŸretmenlerin bacaklarına, kalem düÅŸürmek bahanesiyle bakabilmek için açılmış koca bir delik. Perdesiz büyük pencereler, yaldız boyası dökülmüÅŸ bir soba, kirli ellerimizden leke olmasın diye tokmağının çevresi siyaha boyanmış kül rengi kapı ve hepsinin varlığını ve neden öyle var olduÄŸunu açıklayan beylik cümle: bu fakir millet bu kadarını verebiliyor. [2]

Roy ve Atay bu anlatımları ile bir anlamda edebi karikatürler çizerler. Sanki iki metin de aynı yazara aitmiÅŸ gibi bir duygu uyandırır. Her iki yazarın bir baÅŸka ortak yönü de anadilleri olmayan İngilizce ile oynadıkları post-modern romancılıkta çok sık karşılaÅŸtığımız dil oyunlarıdır. OÄŸuz Atay Tutunamayanlar’da önce karakterlerinin adını ve profillerini Orta Asya Türki destanlardan esinlenerek deÄŸiÅŸtirir (Kutlug Dandini) ve yeni bir gerçeklik kurar, akabinde İncil’e ve Sheakspeare’e göndermelerde bulunur. Karakterlerinden biri olan, Süleyman Kargı’yı Solomon The Speare’e dönüÅŸtürür ve yeni bir gerçeklik daha kurar.

Roy da Küçük Åžeylerin Tanrısı’nda Elvis Pelvis ve Ambassador Insect’le ya da ikizlerden Estha’nın Abhilash Talkies de, İngilizce ÅŸarkılar söyleyerek uÄŸradığı tacizdeki ucubeliÄŸi, Batı ve DoÄŸu arasında, düÅŸünsel ve duygusal platformda yaÅŸanan gelgitlerin bireyleri nasıl parçalara böldüÄŸünü göstermek kaygısıyla, dille oynayarak aktarır.

Bir baÅŸka benzerlik de, OÄŸuz Atay ve Arundhati Roy’un kelimelerin sözdizimi kuralları ile oynayarak, yeni sıfatlar üretme alışkanlığındadır. Roy, ötekiliÄŸini anlatmak için, “….havaalanında boÅŸ bir koltuk bulan yolcunun oturabilme ve konfora ulaÅŸma duygusuyla” Boston’a döner Rahel (Sitting down sense) der ve “tekrar geri dönmek (Re-Returned)”, “Yüksek sesle okuma sesi” (Reading Aloud) [3] gibi İngilizce gibi gözüken sıfatlarla, İngiliz olmayan bir duyguyu anlatır. Atay da kelimeleri birleÅŸtirip “salonsalamanje yaÅŸam”, “evliikiçocukbabası Turgut Özben”, “ağımadüÅŸtüniÅŸte bakışları” ile belirlenmiÅŸ sözdiziminin dışına çıkar. Her iki yazarın baÅŸ kaldırısı daha sözcüklerinden baÅŸlar.

Tam anlamıyla her yerin “öteki”si bu iki yazar’ın kitaplarının ödüllendirilmesi de kendileri açısından oldukça ironiktir. Cumhuriyet sonrası kuÅŸakların duygu ve düÅŸünce eÄŸitimlerinin acıklı güldürüsünü yazan OÄŸuz Atay, TRT gibi tam da bu güldürünün baÅŸrol oyuncusu bir kurumdan ödül alır, Roy ise sadece İngilizce yazan eski sömürge (Commonwealth) ülkelerinin ve İrlanda Cumhuriyeti’nin yazarlarına verilen, İngiltere’nin kültürel asimilasyon için geliÅŸtirdiÄŸi bir politikanın aracı olan Booker ödülünü alır. Her ikisi de  ödüllerinin tadını bile çıkaramazlar.

Son olarak, Atay ve Roy’un psikolojik ve akademik formasyonuna baktığımızda tesadüfi kabul edilemeyecek bir benzerlik daha yakalarız. Öncelikle, Arundhati Roy da, OÄŸuz Atay’da yazmaya muhtaç görünmektedir, ötekiliÄŸi varoluÅŸsal olarak hisseden ve bu ağır yükü gazete demeçleri vererek “Büyük Åžeylerin Tanrılarına” anlatan yazarlar olmak yerine, Roy Küçük Åžeylerin Tanrısı’nı, OÄŸuz Atay da Tutunamayanlar’ı yazarak içlerini yıkamaktadırlar. Onları yazmaya sürükleyen bu içgüdü, yazmanın teknik yönüne geldiÄŸinde, ÅŸaşırtıcı bir ÅŸekilde, her ikisini de gayet hesaplı ve kitaplı hale getirir. Çünkü, Roy mimarlık eÄŸitimi, OÄŸuz Atay da inÅŸaat mühendisliÄŸi eÄŸitimi almıştır. Bu ortak paydanın edebi tarzlarına yansıması, bütün taÅŸların birbirini taşıdığı köprülere benzer bir kurgu tekniÄŸi kullanmaları ile tezahür eder.

Gerek Roy, gerekse Atay, ülkelerinin kültürel ve tarihsel kaynaklarından beslenen, grotesk gerçekliklerini okuyucunun kafasına öyle bir iÅŸler ki; Gabriel Garcia Marquez romanlarındaki olaÄŸanüstülüÄŸünün olaÄŸanlığı duygusu ile, okuyucuya da kendi rahatsızlıklarını, soru ve sorunlarını geçirmeyi baÅŸarır. Bunu yaparken de, ait olduÄŸunuz ya da olmadığınız bir kültürün genel geçerleriyle, onları yargılamanıza asla izin vermez.

Atay ve Roy, Türkiye ve Hindistan gibidir. Romanlarını okuduÄŸunuzda bu aralarında binlerce kilometre olan iki ülkenin, iki yazarı anlattıkları hikâyenin çok ötesinde bir ortaklıkla, acı çeken, çektiren paydasında kendilerine has mizahları ve titiz romancılık anlayışları ile buluÅŸuverirler.

Notlar
1      Roy, Arundhati. The God of Small Things: Flamingo Pres, 1997 (Çev.: S. Tozkoparan).
2      Atay, OÄŸuz. Tutunamayanlar: İletiÅŸim Yayınları, 1985.
3      Roy, Arundhati. Age.

YORUMLAR

Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.apelasyon.com sorumlu tutulamaz.

Pınar Nacak - 10.02.2015 12:28
Sıkı bir Roy hayranı olarak ve bir dönem Küçük Şeyleri başucu kitabı yapmış biri ve Oğuz Atay zekasına hayran biri olarak böyle bir bağlantı çerçevesinde kaleme aldığınız yazı için sizi tebrik ederim.
Pınar Nacak - 10.02.2015 12:28
Merhaba Selin Tozkoparan, kitap kulübümüze Aralıkta "Tutunamayanları" Ocak ayında da Küçük Şeylerin Tanrısını" okuduktan sonra yayın kurulu üyesi olarak Apelasyonda yazınız önüme geldiğinde, tesadüflerin gücü adına diyerek gülümserken, halihazırda "Tesadüfler hazır beyinlere denk gelir" diyerek keyifle ve iştahla okudum.