Ah Halfeti ah...

Yazar : Mine PAKKANER
Konu : Turizm

Sonbaharda iş için Gaziantep ve Şanlıurfa' ya gittik.

Seyahat edeceksem önceden dersimi güzel çalışırım. Elbette en çok  internetten araştırma yapıyorum. Gezi yazıları okumayı severim, seyahat bloglarına da bayılırım. 

Nereye gidilir, nerede, ne yenilir, nereyi görmezsem olmaz, neyi kimden alırım, hep araştırırım. Çok faydasını gördüğüm de oldu, beklentimin yükselmesine sebep olup beni gezim sırasında hayal kırıklığına uğratan yazıları da okudum. 

Sonbaharda iş için Gaziantep ve Şanlıurfa' ya gittik. Çiftlik ve bahçe ziyaretleri arasında gezmeye de vakit ayırdık. Süremiz kısıtlı, iş programımız da yoğun olduğu için nokta atışı gezmekten başka şansımız yoktu. Görmezsem olmazlarım arasına okuduğum bir başlık üzerine Halfeti' yi de aldık. "Halfeti sen masalsın... " Başlık beni o kadar etkiledi ki "gel beni gör, gel beni gör" sesi kulaklarımda yankılandı. 

Antep ve Urfa' ya hayran oldum, sırasıyla başka yazılarda onları da anlatacağım  ama, Halfeti' yi başka bir yazının içine serpiştirmek haksızlık. Halfeti gerçekten masal, başka bir dünyada, başka bir boyutta.

Bu duygumda eminim ki yoğun turistik sezonda ve hafta sonu gitmememin de etkisi var. Sakin dingin ve kendi başınayken yakaladım Halfeti'yi. Çıplak gördüm. Sezon bitmiş turistik eşya satan birkaç satıcı kapatmış, halk kendi işine düşmüş. 

Antep'ten kiraladığımız arabayla otobandan Urfa'ya doğru yola çıktık. Yeni Halfeti'ye ulaşıp ardında Eski Halfeti' ye doğru ilerledik. Yeni Halfeti son derece sıradan yavan bir kasaba görünümünde, devam ediyorsunuz yemyeşil parlak bir göle ulaşınca yıkık dökük taş evleri görüyorsunuz. Çöldeki vaha burası herhalde diyorsunuz. Kesme sarı taştan evler terk edilmiş. Bizim Bulgurca Köyü'nün başına gelenler gibi Birecik Barajı da Halfeti' yi sarmış sarmalamış içine almış, ilçe sular altında kalınca 15 km öteye taşınmış, Fırat'ın coşkun suları yükseldikçe şehir batmış. 

Kesme taş mimariye sahip şehir batınca da ortaya masalsı bir güzellik çıkmış. Ancak gözümüze büyük şehirlerden çok aşina olduğumuz, manzaraya en hakim yerde yapılan çirkin kocaman bir inşaat çarptı. Ne olduğunu sorduğumuzda otel dediler, hüzünlendik. 

Halfeti bir yavaş şehir, Cittaslow.  Arabadan inince aşağıya limana doğru yürüken tur satıcısı çocuklar etrafımızı sardı. Aslında cebimde bir kaç teknecinin telefonu ve istedikleri ücretlerin yazılı olduğu bir not da vardı. Çocuklarla konuştum, güleç yüzlü genç irisi Halil "gelin gezdireyim beğenmezseniz para vermeyin teyze, ben çok güzel anlatırım size" dedi. Gözlerinde öyle bir heves vardı ki tamam dedik, fiyatta anlaştık. 70 liraya turumuzu satın aldık.

Gözüm upuzun tahta köprüye takıldı,  dönüşte bizi köprüden geçireceklerini söyledi Halil. Tekneye bindik, babası da oradaydı,doğru seçim yaptığımızı oğlunun çok iyi rehber ve kaptan olduğunu söyleyip tekneden indi. Toplu tekne turuna gitmememiz konusunda birkaç yazı okumuştuk zaten, teknede sadece eşim ben ve minik kaptanımız yola çıktık.

Yemyeşil durgun suda ilerlerken motorun gürültüsü ve yarılan suyun hışırtısında başka bir ses yoktu. Liseli rehberimiz bize kentin tarihçesini anlatmaya başladı. Kimler gelip kimler geçmemiş ki bu bereketli coğrafyadan. İsmi de hep değişmiş. Anadolulu halk Hititler' den  Asurlu'lardan, Babilli'lere, Medler'e Persler'e, Makedonyalılar'a, Seleukoslar'a, Osrhoene Krallığından Yunan'a, Süryaniler'den Roma'ya, Arap' tan Sasani'ye,  Emevi'ye ve Abbasi'ye, Eyyubiler'den Selçuklular'a, Moğol'dan Memluk'e, Memlük'ten Osmanlı' ya hep farklı egemenlikler altında yaşamış. Halil buradan geçmeyen uygarlık kalmamış deyip ezbere robot gibi saymaya başlayınca dikkatimi çekmişti, sonra okudum araştırdım. İnsan kemiği olmayan bir nokta olmasa gerek toprakta. " Bizim karagülümüz var, Halfet'nin simgesi, meşhur" diye devam etti Halil. "Başka yere götürünce kırmızı açıyor, burada siyah açıyor , belki de çok medeniyet geçmiş çok kan akmış burada ondandır." dedi. Ona hiç teknik bilgiler verip şu bu olabilir demedim, bıraktım masalını yaşamaya devam etsin. 

Tekne gezimiz devam ettikçe kral kızı mağarası, mağara mezarları, dik bir kanyonda yer alan Rumkale, terk edilmiş Savaşan Köyü kıyılarında gezdik. Köye yanaşırken sudan çıkan minareye odaklandık doğrudan. Bir dolu fotoğraf çektik. Tekneyle iskeleye yanaşarak çay molası verdik. Köyde yaşayan sadece Yunus Dayı var. Onun da Yeni Halfeti' de evi varmış ama buradan kopamıyormuş. Hergün gidip geliyormuş. Bütün evler istimlak edilmiş. Yakında turizme açılacakmış. Yamaçlara bakıyorsunuz,  zeytinler, narlar, kavaklar, zakkumlar... Her yerde kuş cıvıltısı, derken yüksek volümlü bir müzik duyuyoruz ve el çırpmalarla bir gezinti teknesinin geldiğini görüyoruz. Aklıma Çeşme, Bodrum, Marmaris geliyor hüzünleniyorum. Teknenin burnunda bir genç kız ritme kaptırmış kıvrak hareketlerle kalçasını, saçını savuruyor. Bize el sallayıp geçiyorlar. Seviniyorum. Onlar burada durmaz diyor Yunus Dayı. Çok dingin, bilge bir adam, hüzünlü bakıyor. Eskiyi anlatıyor, yeniye alışamadıklarını, ölülerinin mezarlarını taşıyamadıklarını, köy kalmadığını, heryerin mahalle olduğunu, gelecek su paralarını nasıl ödeyeceklerini bilmediklerini, meyve sebze yetiştirip, hayvan besleyemeceklerini gözleri dolu dolu anlatıyor. 

Semaverden ince belli bardaklara dolan demli çayı yudumluyoruz, köyü gezmeye çıkalım diyoruz, neşeli cıvıltılı sesler, kahkahalar geliyor. Bakıyoruz, kalabalık bir aile iniyor tepeden. Yunus Dayı'nın ailesi. Yurt dışında yaşıyorlarmış, "burayı görmeden, eski mahallemizde dolaşmadan  olmaz, turistik tesis olur da buralar bizi sokmazlarsa ne yaparız" diyorlar. Yunus Dayı ise yapacak birşey yok, buralar devletin artık kime verirse onun olur diyor.

Yukarı doğru çıkıp köyü dolaşıyoruz. Taş binaların mimarisi ne güzel. Sanki heran canlanıverecek bir cam açılıp bir çocuk çıkıverecek gibi.

Aşağıda sandallar görüyoruz. İleride de bir iskeleye yanaşmış boş gezi tekneleri. Bu arada gözümüze inanamıyor şaşkınlıkla bakıyoruz, bir gezi teknesi geliyor ki aman aman, gondolla saltanat kayığı karışımı bir şey. Pek sakil, buraya yakışmış mı derken kozmopolitleşiyor diye düşünüyorum.

Balıkçı sandallarını görünce ne balığı çıkıyor diyorum, şabut balığı varmış. Buraya özgüymüş. Tadın ama İzmir' den gelmişsiniz beğenmezsiniz buranın balığını diyorlar. Çıpranın yerini tutmaz, hem bu mevsim buzhane balığı vardır deyip gülüyorlar.

Tekrar teknemize binip devam ediyoruz. Bir başka teknedeki yaşlı kaptan bize yanaşıyor, Halill' le kornalaşıp selamlaşıyorlar. Kaptan sesleniyor, nasıl torunumdan memnun musunuz? Meğer dede, baba, amca hepsi kaptanmış. Geçim kaynaklarından çok çok önemli birisi turizm olmuş. Halil sorunca turizm okumak istediğini söylüyor. Bizi daha deteylı gezdirmesini söylüyorum. Teknemizi geri döndürüp başka bir yana ilerletiyor, yüklü bir bahşişi hakediyor.

Boğaz gibi daralan bir noktaya gelince işte buradan GAP'a çıkarız diyor. Dönüşe geçiyoruz. Halfetiye yanaşırken ileride bir küçük adacık ve üzerinde deniz feneri görüyorum. Adanın etrafını dönüyoruz. Su kuşlarından biri gölden çıkan bir taşa konmuş. Direk mi o diyorum, hayır mezar taşı diyor. Orası köyümüzün mezarlığıydı diyor. Yüksek olduğundan teknelere tehlike yaratmasın diye mezarlığa fener yapmışlar. Mezar taşlarının uçları görünüyor. İçim burularak bakıyorum. 

Sahile yanaşırken karşıdaki otel inşaatından gözümü alamıyorum. Niye yöre mimarisine uygun işler yapmazlar, üstelik burası özel bir yer hem de cittaslow diye hayıflanıyorum.

Tahta köprüyü görüyorum. Ne uzun diyorum, boynuz gibi uzanan bir kanala yapmışlar. Halfeti'nin gerdanlığı, GAP'ın gerdanlığı da deniyormuş. 135 metreymiş ve ülkemizdeki en uzun üçüncü tahta köprüymüş.

Çok çocuklu bir aile görüyorum perişan halleri var, öğreniyorum ki Kobani'den geliyorlarmış, çok sayıda göçmen varmış. 

Köprüden usulca geçip kıyıya geliyoruz, arabaya doğru yürüken kıyıda etekleri suya batmış bir cami görüyorum. Gidip onu da fotoğraflıyoruz. Arabaya doğru giderken sahil boyu balık lokantaları var, eşim şabut yiyelim mi ister misin diye soruyor ama canım hiç istemiyor. Halfeti beni büyüledi, ola ki şabutu beğenmem, aklımda ve damağımda Halfeti' den yana güzel olmayan bir tat kalmasın, büyü sürsün...