Avrupa’da Yeni Bir Bağcılık

Yazar : Simin ULAŞ
Konu : Tarım, Tarih

19. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa bağcılığı, yeni asma hastalıkları ve böcek istilaları ile harap olmuştu.

19. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa bağcılığı, yeni asma hastalıkları ve böcek istilaları ile harap olmuştu. 1845’de İngiltere’nin güney-batısındaki küçük bir kasaba olan Margate’de bir bahçıvan, Edward Tucker, serada bulunan asmaların yaprakları üzerinde acayip bir toz keşfetti (Ainsworth,1976). Tanımlama için, din adamı-fitopatolog Miles John Berkeley’e örnek gönderdi. Berkeley bunu yeni bir tür mantar olarak düşündü ve bahçıvana ithafen, Oidium tuckerii olarak adlandırdı. 1846’da aynı toz, Versailles Sarayı’nın asmaları üzerinde de görüldü (Unwin,1991). Avrupa’da hastalığın yayılımı oldukça çabuk oldu: 1851’de Güney Fransa, Cezayir, Macaristan, Yunanistan, İspanya, İtalya ve İsviçre’de bazı bulaşmalara rastlandı ve külleme [Uncinula necator (Schwein) Burrill]’nin etkileri verimi dibe indirdi. Oidium (külleme) 1846’da ortaya çıkıp, birkaç yıl sinsice yayıldıktan sonra, 1854’de genel felaket olarak zafer kazandı (Harry, 1996). Fransa’nın üretimi, 1840’larda 45 milyon hl (hektolitre) iken, 1852’de 29 milyon hl’ye ve 1854’de 11 milyon hl’ye düştü ( Lachiver, 1988). Mildiyö (1878) ve antraknoz (1885) istilası, filoksera (1864) bulaşmalarına destek oldu.  Ancak, yüzyılın ortalarında oidium istilasından daha yıkıcı bir hastalık görülmemişti  (Harry, 1996). Verimdeki bu muazzam düşüş, tedavi bulunması amacıyla yoğun çalışmalara yol açtı.  1852’de,  Versailles Sarayı’nda bir bahçıvan olan Grison, daha sonraları Eau Grison olarak adlandırılan ve yayılımı kontrol etmede bazı başarılar elde edilen, kükürt ve kireç karışımından meydana gelen bir uygulama önerdi (Unwin,1991). Aynı karışım küllemeyi ilk kez keşfeden Edward Tucker tarafından başarılı bir şekilde kullanıldı (Ainsworth,1976). Bununla birlikte 1860’ların başında başka bir çözüm, asmalara toz kükürt uygulaması, Henry Mares tarafından bulundu ve bu tüm Avrupa’da standart bir uygulama halini aldı (Unwin,1991). Ancak bu tür çok özel uygulamaların büyük bağ alanlarında duplikasyonu söz konusu değildi. Böylelikle, bazı Amerikan asmalarının küllemeye dayanıklı olduğu fark edildi ve birçok üretici Amerikan asmalarını ithal edip, üretmeye başladı (Unwin,1991). Aslında 1850’lerde Fransa’da mildiyönün görülmesiyle birlikte, pek çok bölgede bulunan Amerikan asmalarının dayanıklılığı anlaşılmıştı. Hastalıktan ciddi bir biçimde etkilenen Fransız üzüm çeşitleri ile yan yana dikilen asmalarda hiç belirti görülmemişti (Pouget,1990). Amerikan asmalarının mildiyöye olan bu yüksek dayanımı bazı amatörlerde yeni bir ilgi uyandırdı: 1858-1862 yılları arasında Birleşik Devletlerden tohum, çelik ve köklü asma ithalatı Fransa (Bordeaux, Gard, Alsace) ve Avrupa (İngiltere, İtalya, Almanya, İsviçre, Portekiz vb.)’da birden arttı. 1863’de Bordeaux Botanik Bahçesi Müdürü Durieu de Maisonneuve, Amerika’dan köklü asmalar aldı ve bir kısmını Dijon Botanik Bahçesi’ne gönderdi. Bordeaux’da, bağcı ve araştırmacı Leo Laliman, 1840’dan beri Amerikan çeşitlerini yetiştirmekteydi. Bu materyalleri Augusta Georgia’dan Mr. Berchmans ve Philadelphia’dan Mr. Durand’dan almış ve Bordeaux bağlarında (Medoc, Graves, Saint Emilion vb.) ve diğer Fransız bağlarında önemli koleksiyonlar oluşturan amatörlere dağıtarak önemli işler başarmıştı (Pouget, 1990). Amerikan asmalarının Avrupa’ya yoğun girişi, küllemeyi kontrol etmek üzere gösterilen yoğun istek sonucu başladı ve bu kasıtsız yapılan girişim, Avrupa şarap üreticileri için çok ciddi ekonomik ve sosyal yansımaları olan daha büyük bir krize yol açtı. 1863’de Batı Londra’da Hammersmith’de seradaki asma yaprağı üzerinde görülen bir böcek örneği Oxford Üniversitesi’ne gönderildi. Burada, daha sonra J.O.Westwood (1869) tarafından afid filoksera olarak tanımlandı (Unwin, 1991). İthal çeşitler genellikle tepkilerinin izlenmesi ve karşılaştırmanın kolay yapılabilmesi için yerel çeşitlerle yan yana dikilmekteydi. Tabi ki hiç kimsenin aklına yeni gelen materyali izole ederek, böceğin yayılımını engellemek gelmemişti. Zira filoksera (Daktulosphaira vitifoliae Fitch) Fransa’da bilinmiyordu, hatta endemik tür olduğu Amerika’da bile. Bu nedenle kültür asması V. vinifera için olası tehlikesi öngörülemedi (Pouget, 1990). Bağların filoksera böceği tarafından istilasının, kırsal sosyal yapı, geleneksel politik düzenlemeler ve kentsel içme alışkanlıkları üzerine büyük etkileri oldu. Harry’nin (1996) ifade ettiği gibi, şarap ve buğday, kırsal düşüncenin iki temel öğesi, politikada oldukça büyük önem taşımaktaydı. 1850’lerin ve 1860’ların sonunda, filokseranın ne zaman Avrupa’ya geldiği ile ilgili birden fazla görüş vardı (Unwin, 1991). Güney Fransa’da filokserayı ilk kez tanımlayan Jules-Emiles Planchon (Montpellier Üniversitesi Profesörü, 1823-1888), 1858-1862 yılları arasında yüklüce bir miktar köklü Amerikan asmasının ithal edilerek bölgeye dikildiğini ve bunun sonucunda Avrupa bağlarında bulaşmaların başladığını düşünüyordu (Unwin, 1991).

Bu durum;

1871’de Portekiz ve Türkiye

1872’de Avusturya-Macaristan

1873-1874’de İsviçre

1875’de İspanya

1879’da İtalya

1881’de Almanya tarafından da doğrulandı. 

Filokseranın yol açtığı zararı düzeltmek için yapılan araştırmalar yavaş ilerliyordu. 1870’de Fransa-Prusya savaşı patlak verdi ve aynı yıl Eylül ayında Fransız Üçüncü Cumhuriyeti’nin kurulması, dikkatleri Fransa’nın başkente şarap sağlayan sınırlı birkaç bölgesinin ötesine ve oldukça uzak bir noktaya çekti (Unwin, 1991). Filoksera Fransa’yı vurduktan kısa bir süre sonra, Akdeniz kıyılarındaki kumlu toprakların böceğe yenik düşmediği fark edildi. Bilim adamları kumlu topraklarda böceğin asmaya zarar vermemesini, özellikle yükselip alçalan suların yakınlarında, suyun kumdaki hareketiyle larva ve yumurtaları tahrip etmesi şeklinde açıkladılar. Böylelikle üreticiler tüm varlıklarını %3’den az kil ve ideal olarak kalsiyumdan ziyade %60 silika içeren kumlu topraklara yatırdılar (Harry,1990). Diğer başarılı bir koruma yöntemi de benzer şekilde bağların su altında bırakılarak böceğin boğulmasını sağlamaktı. Faucon sistemi olarak bilinen bu işlem, Gravison (Bouches-du-Rhone)’da 21 hektar bağ sahibi olan Louis Faucon tarafından adlandırılmıştı. Faucon 1875’de, beş yıllık su altında bırakma ve gübreleme uygulamasından sonra, 2480 hl şarap üretti. Bu,  filokseradan önceki gübreleme yapılmayan yıl 1867’de 925 hl, yayılımın ilk başladığı yıl 1868’de ise 45 hl idi. 20-25 cm yüksekliğinde su altında bırakma süresi, sonbaharda 35-40 gün ve kışın 45-50 gün şeklinde değişiyordu. Faucon suyu, Alp Dağları’ndan gelen kanallardan kullanma izni almıştı. Dört yıllık yoğun gübreleme ve su altında bırakma uygulaması sonucunda, hektardan 100 hl ve üzeri bir verim almayı başardı. Diğer denemeler ise kimyasalların kullanımı üzerine yoğunlaşmıştı. Bulaşık asmaların tedavisinde en etkili kimyasal uygulamanın karbon disülfit (CS2) olduğu kanıtlandı (Şekil 1). Bu çok toksik ve yanıcı kimyasal 1850’ler boyunca diğer zararlıları da yok etmede başarılıydı ve 1860’ların sonundaki başarısız denemelere rağmen, 1870’lerdeki asma kök çevresine enjekte edilerek yapılan uygulamaları kapsayan çalışmalar filoksera afidini yok etmede başarılı oldu (Ordish, 1987). Ancak bu yöntem pahalıydı, şarabın tadı üzerine etkileri konusunda bir hayli şüphe vardı, etkinliği toprak tipine göre değişiklik gösteriyordu ve bir sonraki bulaşmayı engelleyemediğinden sadece geçici bir çözüm sunuyordu. 

1870’de Fransa Tarım Bakanı, çare için 20.000 franklık küçük bir ödül koydu ancak sadece dört yıl sonra Temmuz 1874’de, hükümet, tedaviyi keşfedecek kişi için ödülü 300.000 franka çıkardı. Montpellier’deki Ziraat Okulu, aday tedavilerin değerlendirilmesi amacıyla, Las Sorres olarak bilinen bölgede bulaşık bir bağ tesis etti (1877). Burada, bağ hastalıkları bölümü Ekim 1876’dan önce, 696 tedaviden 317 tanesini test ederek değerlendirmeye sundu. Sadece iki denemede kontrol parsellerine göre belirgin bir üstünlük elde edilmişti. Bunlar; insan idrarına karıştırılmış potasyum sülfit ile ve sülfitin kolza keki içerisinde uygulandığı denemelerdi. Pek çok kimyasal uygulama denendi (Mouillefert, 1876) ancak, çok azı işe yaradı ve 1870’ler boyunca filoksera mücadelesi birbiriyle çatışan iki düşünce akımına bölünmeye başladı. Bir tarafta hala kimyasal kullanılması gerektiğini savunan ‘kükürtçüler (sülfiristler)’, diğer tarafta Laliman (1879, 1889)’ı izleyerek, Amerikan asmalarının kullanılmasını destekleyen ‘amerikancılar’ (Unwin, 1991). Filoksera konusundaki bu anlaşmazlıkların dönüm noktası 1881’de Bordeux’da düzenlenen, Uluslararası Filoksera Kongresi oldu (Fitz-James,1889). Sonunda en iyi çözümün, Fransız asma kalemlerinin Amerikan anaçlarına aşılanması olduğu kabul edildi. Aşılı asmalar daha uzun ve daha gelişkin oluyordu, bu da daha fazla verim demekti. Filoksera salgınından hemen önce, 1863’den 1875’e kadar Fransa’nın 2,2 milyon hektar alandan elde ettiği ortalama şarap üretimi 56,9 milyon hl idi. 1899’dan 1909’a kadar bağların yeniden tesisi döneminde ise alan 1,5 milyon hektara gerilerken yıllık ortalama üretim 55,5 milyon hl oldu. 1922-1931 arasındaki on yıllık süreçte 1,4 milyon hektardan yılık ortalama, 56,6 milyon hl (hektardan 39 hl) üretim sağlandı. Artış sadece aşılama ile olmamıştı. Kültivasyonun da etkisi büyüktü, şurası açık ki asma hastalıkları yetiştiricilik uygulamalarını tamamen değiştirmişti (Harry, 1996). Dahası, Amerikan asmalarının geniş alanlara girişi başka bir fungal paraziti, mildiyöyü, getirdi. Mildiyö, Fransa’da ilk kez 1878’de görüldü ve 1882’de ülkedeki başlıca bağ alanlarının çoğunu etkisi alarak, filokseranın başlattığı verim düşüklüğüne katkıda bulundu (Unwin, 1996). Tedvinin bulunması çok hızlı oldu. Millardet’nin 1883-1884 yıllarında, Gironde’da, bakır sülfat ile yaptığı başarılı denemeler sonrasında, kullandığı ilaç ‘Bordeaux bulamacı’ olarak evrensel hale geldi. Filokseranın dolaylı sonuçları, aşılama uygulamaları ile tanışma oldu bu da, asmanın gücüne vurgu yapılmasına, meyve çürüklüğüne ve virüslere karşı hassasiyete neden oldu. Ek olarak, doğrudan-verimli melezlerle üretim başladı (Calo,1992). Aslında 1887’de, orta ve güneybatı Fransa’daki şiddetli antraknoz istilası sonrasında, üzüm yetiştiricileri Vitis vinifera kalemleriyle aşı yapmak yerine araştırıcıların dayanıklı olarak seçtikleri doğrudan-verimli melezlere döndüler (Harry,1996). Montpellier Üniversitesi Tarım Okulu’ndaki araştırıcılar, ölü asmaların afide dayanıklı Amerikan anaçları üzerine aşılı Fransız asmalarıyla değiştirilmesini tavsiye ediyordu. Buna karşın güney bölgelerdeki pek çok şarap üreticisi hastalıklara süper dayanımı olduğunu düşündükleri aşısız melezleri kullanmayı seçti. İkinci önemli konu şarap kalitesiydi: melez asmalar hastalıklara dayanıklı olsalar da, vasat şaraplar veriyordu, buna karşın aşılı asmalardan iyi şaraplar elde ediliyordu ancak hastalıklara duyarlıydılar ve sadece 25 yıl ya da daha az yaşıyorlardı (Harry, 1996). 

Yazının devamı