Evimin İnsanları

Çağan Irmak imzası taşıyan “Dedemin İnsanları” adlı filmde en aklıma kazınan cümlelerden biri idi.

“Bazı şeyler unutulmaz işte. Doğduğun yer misal; azıcık büyüdüğün azıcık hatırladığın yer bile.”

Çağan Irmak imzası taşıyan “Dedemin İnsanları” adlı filmde en aklıma kazınan cümlelerden biri idi. Zaten bize şarkıları, filmleri, kitapları ya da şiirleri sevdiren de zihnimizden geçenleri hissettirmeleri değil midir?

Ev deyince aklınıza ne gelir?

Yasal olarak dünyanın birçok yerinde yetişkin sayılmak için ezici çoğunlukla 18 yaşını doldurmuş olma durumu gözetilir ama ben ne zaman yetişkin olduğumu tam olarak kestiremiyorum. Ev deyince de aklıma duvarları, kapısı ve penceresi olan bir yer gelmiyor. 

Benim aklıma gelen ev, bir yer’den ziyade insanları, sesleri, görüntüleri, kokuları ve hisleri bir arada bulunduran koca bir gezegen !

O evin içerisinde sevincine ve üzüntüsüne, zaman zaman öfkesine ortak olduklarım var hiç tanışmadığım ve belki de tanışamayacağım. O evde adını, çoğu zaman varlıklarını dahi bilmeden yitip gittiklerine kahrolduklarım var. 

1995’te Dinar’da …

1999’da Gölcük’te …

2011’de Van’da …

Ve daha yenice Elazığ ve çevresinde …

Bir başka cümle de yine Dedemin İnsanları’ndan;

“Altı soru cümlesinin içinde ilk akla gelenin aslında, en cevapsız oluşu ne tuhaftır değil mi?              Kim? Ne? Nerede? Ne zaman? Nasıl? sorularının mutlaka doğru ve kesin bir cevabı varken, Neden? hep değişik cevapları ve yeni soruları getirir.”  

Neden?

Evde bir de birbiriyle tanış olmayan sayısız insanın bildiği, hayatında yer verdiği ve hatta çok sevip örnek aldıkları vardır.

Michael Jordan’ı henüz basketbol ve hayatın en belirgin dalgalarındaki frekansa erişememiş olmaktan gönül ve zihin gözüyle izleyememişlerin “en bildikleri”nden biri idi Kobe Bryant !

8 rakamına en çok anlam katan insan bedenlerinden ve hatta belki de basketbol denilen oyunun adeta oyun hakkında bilinmesi şart olan elementlerinden biriydi.

Güzel bir hayatı vardı, hayatlarımıza, evlerimize güzellikler kattı ama yitirdik.

Ben bu yitirişe neden demekten ziyade nasıl dedim içimden…

Nasıl?

Azıcık da değil baya baya büyüdüğüm biri mi gidecekti evden !

Yitirilen Kobe değildi, böyle ev sakinlerinin yokluğu diye bir şey olmadı, olamazdı. Onlar evin herhangi bir yerinde herhangi bir zamanda onlara dair ne varsa varlardı. Belki biraz eksik … Ama varlardı.

 

Biz bu satırları dökerken evimize şöyle bir bakarak, Hümeyra’nın sesi duyulsun evlerden ve kavganın sesini bastırsın yerkürede ve yurtta;

“Bunları nasıl anlatsam, 

Şöyle sevmeyi, 

İnsan gibi sevmeyi, 

Nasıl anlatsam? 

Düşen bir yaprağın sesini 

Tıp diye içinde duymayı. 

Sabahın ilk çiğ tanesini 

Bir bakışta görmeyi 

Nasıl anlatsam? 

Bardağı tutan ellerini, 

İçimden geçenleri, 

Okuyan gözlerini 

Ve onların derinlerden 

Doğan günleri nasıl 

Nasıl anlatsam? 

Bir köşede oturup dinlenir gibi 

Acelesiz ve rahat sevmeyi 

Nasıl anlatsam?”