Yemeğin Cinsiyeti Olur mu?

Dünyada insan yaşamının ilk kırıntılarının baş gösterdiği ilkçağlardan beri vücut yakıtımız olan su ve yiyecek hakkı kutsalımızdır.

Dünyada insan yaşamının ilk kırıntılarının baş gösterdiği ilkçağlardan beri vücut yakıtımız olan su ve yiyecek hakkı kutsalımızdır. Milyonlarca yıldan bu yana en onulmaz kavgalar yiyecek üzerinden çıktığından, karın doyurmanın keskin sınırının hep ekmek ve su ihtiyacıyla belirlenmesi gayet doğaldır.

Halen de ekmeğini kazanma kaygısı “ekmek kavgası” tanımıyla temel dokunulmazımız olmaya devam etmekte. Yemeğin adı çoğu zaman ekmek kavgasına dönüşmüş ise, dünyada sayısız insan bu uğurda kan dökmeye devam ediyorsa bunun büyük bir kavga olduğunu kabul etmek durumundayız. Kadın erkek cinsiyeti fark etmeksizin sür git tarihsel bir kavga bu. 

Peki, uğruna bunca mücadele verilen yiyeceğin cinsiyetinden söz etmek mümkün müdür? Örneğin; fasulye ya da nohuda erkek deyip armut ve kiraza dişi diyebilir miyiz? Ya havuç, sarımsak, patates, mısır, biber… 

Haa pardon, bir iki örneği atlamayalım; incirin erkeği (ilek inciri) vardır, halk arasında soğanın erkeği de bolca zikredilir hatta efelenen küçük oğlan çocuklarına “soğan erkeği” denir. 

Koyun, inek, tavuk, hindi eti ve türevlerinin dişisi erkeği de vardır tamam. Peki, onları pişirirken dişi yemek erkek yemek diye ayrım yapıyor muyuz, hayır tabi. Hiç dişi mercimek çorbası, erkek pirinç pilavı ya da erkek kalbura bastı diye bir tanım duymayız! Duyamayız. Yemek yerken cinsiyetli bir yemek yediğimizi düşünmeyiz. 

Yemeklerimizi cinsiyetsiz pişirimlerle tanımlarken her birine milliyetçi kavramlar takmak ne kadar doğrudur? Sahi, bir yemeğin milliyeti olabilir mi gerçekten? Olsa olsa coğrafi özelliği olur. O coğrafya üzerinde yaşamış insan kültürlerinin ortaklaşa oluşturdukları yemekleri yüzlerce kavim pişirip taşırmış, nesillerce olduğu şekliyle karın doyurmuştur. Her kavim kendi sahip olduğu yiyecek çeşnileriyle zenginleştirip tarihsel envantere birer çentik atmıştır. Diğerleri gelip o çentik üzerine birkaç ilave daha yapıp süreklilik kazandırmıştır. 

Kıtlık ve savaş zamanlarıyla dinsel oruç dönemleri insanları farklı arayışlara yönlendirdiyse de, av eti, baklagil ve tahıl gibi belli temel gıdalar başrolü daima elinde tutmuştur. 

Yemeğin milletler üzerine tescillenip kişilerce de sahiplenilmesi gibi absürt bir durum olamaz. Coğrafi işarettir aslolan. Coğrafyanın tartışılmaz iklimine şapka çıkarmamak olmaz. Deniz seviyesindeki yamaçlarda yetişen zeytin ile bin metrenin üzerinde yetiştirilmeye çalışılan zeytini kıyaslayabilir miyiz? 

Narenciyenin de, cevizin de, türlü baharat ve meyvenin de yatkın olup kendini hakkıyla ifade ettiği bir iklim kliması var. Bunun dışına çıkıldığında o şey aynı şey olmaz. Tıpkı yaşamın içindeki diğer şeyler gibi! 

Yemekler mutfağın mahremindeki besin icatlarıdır. Her ne kadar coğrafyanın el verdiği gıdalarla benzer şekilde hazırlanıyor olsalar da her yemek kendine özgü tattadır. Onu belli bir kuralla standarda bağlamak bile kolaya kaçmanın en bariz örneğidir. Her mutfak kendi coğrafi zenginliğiyle yaşar, bunu birilerine sahiplendirmek kadar büyük saçmalık olamaz. 

Baklavanın, lokumun, sirke ve tarhananın, bilmem hangi peynirin, yoğurdun, köftenin, kebabın, böreğin ve daha yüzlerce yiyeceğin ticari isim hakkının satın alınabilir olması bana komik geliyor. Kapitalizmin acımasız ve gereksiz oyunları bunlar.  

Herkes pişirdiği yemeği istediği gibi tanımlayabilir, benim tarzım diyebilir fakat gidip para vererek tescillemek zorunda değildir. Zeytinyağlı barbunya barbunyadır, kıymalı makarna makarnadır, kuru fasulye, keşkek de öyle. Bunlara hangi ilaveleri yapsanız da özü değişmez. Limonlu mu sirkeli mi, yoğurtlu mu peynirli mi gibi sorular bizi mucit de yapmaz! 

Yaşasın yemek.